4. İstanbul Bienali Üzerine Sergi Okuması Ana içeriğe atla

4. İstanbul Bienali Üzerine Sergi Okuması


4. İstanbul Bienali Üzerine Sergi Okuması

Ali Akkaya


Giriş

Bu yıl dördüncüsü gerçekleşen İstanbul Tasarım Bienali Akbank Sanat, Yapı Kredi Kültür Sanat, Pera Müzesi, Arter, SALT Galata ve Studio-X Istanbul olmak üzere Beyoğlu’nda yer alan altı farklı mekân ile şehre yayılıyor. İstanbulun en güzel konumlarında yer alan bu sergiler iki rotadan oluşmakta. Bu rotalar Taksim ve Karaköy rotaları. Mekânlar bienalde tasarımla etkileşim halindeki alanlardan birine odaklanan ayrı bir okula dönüşmüş halde. Bienalde tasarım, mimari, biyoloji, sosyoloji, gastronomi, pedagoji, ekoloji, teknoloji ve ekonomi gibi pek çok farklı alandan, altı kıtadan 200’ün üzerinde katılımcının sergi ve projeleri yer alıyor. Tasarım eğitiminin nasıl farklı olabileceği, sonuçta ne kadar farklı şeyler çıkabileceğini, eskiden öğrendiklerimizi ve yeniden neler öğrenilebileceği, gelenekselle teknolojinin nasıl bir araya geleceği, farklı ağlar içinde nasıl farklı üretilebileceği gibi formlar üzerinde çokça durulmuş. Zihinlerimiz, eğitim biçimlerimizi yönlendiren peşin hükümlü sonuçlardan kurtulmalı. Bilmemek, yeni bir şey öğrenmenin ilk adımı. Öğrenmek, tek bir binada öngörülen saatlerde gerçekleşen, önceden belirlenen etkileşimlerle sınırlı değil. Yeni fikirler her yerde, her zaman ortaya çıkabiliyor. Hepimiz bir okula dönmüş kentte öğrenicileriz; sokaklar birer koridor, kültür kurumları birer sınıf, depolanmış konular yerine de çok disiplinli, karmaşık bir yapı mevcut: Bozum, Akışlar, Dünya, Ölçekler, Zaman ve Sindirim. Bienalde haritalardan yiyeceklere, ölçüm birimlerinden zamana, el sanatlarından yapay zekaya, resimden uzay istasyonuna kadar tasarımı ve öğrenme biçimlerimizi farklı açılardan ele alan projeler yer alıyor. Okullar Okulu bizlere bir cevap vermiyor. Bienalin zamansal ve mekansal sınırları; şüpheyi, merakı ve bakış açılarında değişimleri teşvik eden yeni fikirleri bir araya getiriyor. Ya günümüzde ihtiyaç duyduğumuz okul, sorgulamaya ve halletmeye dayalı olaması gerekiyorsa? Sorusunu bizlere soruyor.

Okullar Okulu 

Taksim Rotası

Dünya Okulu (Arter)

Dünya Okulu özellikle son zamanlarda yapılan mültecileri ve buna bağlı göç dalgalarına, doğal felaketlere ve bu felaketlerin dünyayı nasıl etkilediği üzerine bakıyor.Küresel sorunlara ve az gelişmiş ülkelerdeki su kıtlığının sonuçlarını araştıran projelerle bu okul, daha yaşanılır gelecek alternatifleri sunuyor.

Ölçekler Okulu (Pera Müzesi)

Ölçekler Okulu, standartlaştırılmış çeşitli terimlerin üzerinde düşünmemizi sağlıyor. Burada sergilenen projeler arasında standart kabul ettiğimiz ölçü birimleri ile güzellik piksel ,santimetre veya inç gibi ölçü birimlerinin hâlâ tedavülde olup olmadığı sorusunu soran bir çalışma da yer alıyor.

Akışlar Okulu (Yapı Kredi Kültür Sanat)

Akışlar okulu suyun, kültüre, objelere ve dijital dünyada nasıl etki ettiğine parmak basıyor. Hepimizin gün içerisinde onlarca kez bir araya geldiği suyun üzerine farklı açılarla bakmamızı sağlıyor. Okulda, sokak dilinin aktarımını keşfetmek üzere İstanbul sokaklarında kaydedilen canlı bir radyo programı ve Suriye'yi terk edenlerin anlatılarından oluşan bir gezi rehberi gibi projelerle bu sistemler su yüzüne çıkıyor.


Bozum Okulu(Akbank Sanat)

Bozum Okulu, yeni bir şey yaparken var olanı bozmarken onun işlevini değiştirerek yeniden tasarlanan işlere ev sahipliği yapıyor. İnsanlar ve makineler arasındaki sürekli değişen yakışıp uzaklaştığını tam olarak anlayamadığımız karmaşık ilişkiyi ortaya koyuyor. İnsan yaratıcılığı merkeze alıyor. Okulda yer alan projeler arasında, yapay zekâ ile kişilik kazandırılmış, kişisel gelişime açık bir avatar ile insanların emekten özgürleştiği bir geleceğin hayalini kuruyor.

Karaköy Rotası

Zaman Okulu (Salt Galata)

Zaman Okulu, hayatımızı giren teknolojinin bizi zamanın kendisinden ayırmasını anlatıyor. Giderek her şeyin standartlaşması ve bu şekilde bizim bazı şeylere olan önemimizin azalmasını ve her gün sıkışan hayatımızı ele alıyor. Şu anda ve burada olmanın yollarını arayan okulda, farklı zaman dilimlerinde yaşayan 20 el dokumacısını bir araya getiren katılımcı bir proje, dikkatini bedenlerimize çeviren bir saat ve katılımcıları durmaya, dinlenmeye ve uyumaya çağıran işleri yakından ve uzun uzadıya görme fırsatı sunuyor.

Sindirim Okulu (Studio-X)

Sindirim Okulu, yemek kültürünü ve içerisinde maddelerin bir çok farklı özelliğini anlatıyor. Odağını beyinden bağırsaklara kaydırarak kültürel bilgiyi yeniden keşfediyor. Bu okulda yer alan projelerden biri Endonezya'nın geleneksel ilaçlarına bir keşif sunarken bir diğeri, pazarların önemini toplumsal, kültürel ve açıdan araştırıyor.

Eser - Mekan

Bu Bienal’in en büyük özelliği mekanlara göre isim ve isime göre de eser değişikliklerinin olmasıdır. İster rotalarınızı takip edin ister rastgele gezin, asla sıkılmıyorsunuz. Her bir binada çok farklı işler görüyor ve bir sonraki durağınızda nelerle karşılaşacağınızı merakla bekliyorsunuz. Öğrenmek, tek bir binada öngörülen saatlerde gerçekleşen, önceden belirlenen etkileşimlerle sınırlı değil. Bu sebeple altı farklı noktanın birbirinde oldukça farklı ama bir o kadar da birbirlerine o denli bağlı bir yapısı var. Mekanların da insanlar gibi kişiliklerinin olduğuna inanıyorum. Mekanlar, her biri kendi eşsiz parmak izlerine sahipler. Gerçekte, her hangi bir ortamdaki kişiler arasında büyük farklılıklar bulunur bu sanat galerilerinde de geçerli elbette. Örneğin akışlar okulu benim çok fazla dikkatimi çekmedi ve çoğu zaman dikkatim dağıldı. Okumamı parçalı olarak sürdürdüm ve oldukça zorlandım. Bir sonraki durağımız olan ölçekler okulu asla öyle değildi. Hele ki zaman okulunda her şeyi en ince ayrıntısına kadar inceledim elimden geldiğince fazla vakit geçirdim ve fotoğraflar çektim. Demem o ki her mekanda veya eserde aynı ritmi bulamaya biliriz hepimiz birbirimizden oldukça farklıyız buradaki mekanlarda öyleydi herkesin dikkatini çekecek şeyler var. Hepsi aynı türden olsaydı belkide hepsini çok beğenicektim veya ikinciden sonra gezmeyi bırakıcaktım. Herkesi yakalayabilmesi, herkes için bir şeyler barındırması oldukça güzeldi. Diğer yandan okul okul ayrılması çok daha akılda kalıcı ve net olmuş. Hangi eser nerdeydi, bunu hangisinde görmüştüm veya okumuştum kargaşasına engel olmakta. Bence mekandan mekana eserler aşırı bir değişiklik göstermiyor fakat ilgi odağınıza göre değişikler olabilir elbette.

En Çok Hangi Okul Veya Hangi Eser Beni  Etkiledi?

Canı gönülden söylemeliyim ki zaman okulu beni en çok etkileyen okul oldu. Tempo meselesi sadece zevk ve yetenek faktörlerine değil, kullanılan enstrümanın kendisine ve performansın sergilendiği oda veya salona da bağlıdır. Bu temponun en iyi olduğu yer bence zaman okuluydu. Peki neden zaman okulu? “İnsanlar, canlı ekonomilere, yüksek sanayileşme oranlarına, geniş nüfusa ve daha serin iklimlere sahip olan, bireyciliğe doğru kültürel bir eğilim gösteren yerlerde daha hızlı hareket etmeye yatkındır. Bir şehir büyüdükçe, o şehrin sakinlerinin zamanının değeri de yerin artan gelir oranı ve hayat pahalılığı ile birlikte artar; böylece zamanı idareli kullanmak daha mühim hale gelir ve hayat gittikçe daha aceleci ve sinir bozucu olur. Zaman tasarrufu sağlayan tüm yaratımlara karşın insanların kendilerine ayıracak vakitlerinin öncekinden de az olması, modern dünyanın en büyük ironilerinden biridir. Aslında, Sanayi Devrimi’nden önce insanların pek azının çalışmaya yatkın olduğunu gösteren pek çok kanıt vardır. Avrupa’da Ortaçağ boyunca, bir yıl içerisindeki tatil günlerinin ortalama sayısı 115’ti. Yoksul ülkelerin günümüzde bile zengin ülkelerden ortalama olarak daha fazla tatil yapması ilginçtir. Daha fazla üretim ve tüketimin bir sonucu olarak, artan bir zaman kıtlığı yaşıyoruz. Bu, şu şekilde işler: Üretimde verimliliğin artması, her bireyin saat başı üretiminin de artması anlamına gelir, artan üretkenlik ise… sistemin devamını sağlamak için daha fazla ürün tüketmemiz gerektiği anlamına gelir. Serbest zaman tüketim zamanına dönüşür, çünkü ne üretim ne de tüketim yapılarak harcanan zaman boşa harcanmış kabul edilmeye başlanır . . . Zamanın değerindeki artış (zaman kıtlığının artması) öznel olarak tempo veya hızdaki artış olarak hissedilir. Her zaman için üretim bandına yetişememe ya da işe geç kalma tehlikesi altındayızdır ve boş zamanımızda dahi zamanı harcamaktan endişe ederiz. İklimi sıcak yerler daha yavaştır. Sıcak yerlerdeki insanların çok fazla “çalışması gerekmemektedir. İhtiyaç duydukları eşyalar daha masrafsız ve sayıca azdır -daha az kıyafet, daha basit evler- öyleyse neden acele etsinler ki? Bireyci kültürler kolektivizmin ön planda olduğu
kültürlerden daha hızlı hareket eder. “Vakit nakittir” düsturunu benimseyen, her saniyeyi değerlendirme telaşında bir zihniyete yol açar. Buna karşın sosyal ilişkilere öncelik verilen kültürlerde, zamana yönelik daha rahat bir yaklaşım görülür. Zaman türlü türlü insanla, türlü türlü hızlarda dolaşır. Herbert Spencer bir keresinde zamanı; “insanın her daim öldürmeye çalıştığı, fakat sonunda insanı öldüren” bir kavram olarak ifade etmiştir. Hayatın en tuhaf ironilerinden biri zamanın -tüm kaynakların en değerlisi ve en az yeri doldurulabilir olanı- her zaman için hoş karşılanan bir hediye olmayışıdır. Hayatın ivedi hızının sembolü olarak saatin hareket eden akrep-yelkovanından daha çarpıcı bir örnek yoktur. Sessiz sinema komedyeni Harold Lloyd’un kalabalık cadde üzerindeki binanın sekizinci katında bulunan saatten yirmi dakika boyunca sarkması ya da Salvador Dali’nin gerçeküstü bir çölde eriyen saatinin imgesi, zamanın büyük bir diktatör olarak silinmez ve kalıcı izlerini göstermektedir.” Zaman hakkında çeşitli görüşleri ve kendi fikirlerimi paylaştıktan sonra bunu daha iyi açıklayabilirim. “Zaman” kavramı oldukça ilgimi çeken ve üzerine düşündüğüm bir kavramdı. Zaman okuluna girdiğinimde bunun daha da çok farkına vardım. Hepimiz çok meşguluz. Dışarıda insanlar sürekli bir yerlere yetişmek için koşuşturmakta. Kimsenin istemediği şeylere vakti yok. Ve “vaktim yok” kelimesi bence yılın kelimesi bile geçilebilir. İnsanların kendileri veya hayatlarını sorgulamaya, durup bir şeyler üzerinde düşünmeye dahi vakitleri yok. Her gün günlük rutinlerimizi, sorumluluklarımızı (işe gitmek, okula gitmek, kursa gitmek, alışverişe gitmek) yerine getirmek için sabah erken saatlerinde uyanıp kahvaltı bile etmeden acele ile evden çıkmamız gerekiyor. Saatlerce çalışıp ordan oraya koşturduktan sonra bitap bir şekilde kendimizi eve atmak için can atıyoruz. Çekilmez trafiklerden, kalabalıklardan, insanlarla uğraşmaktan hepimiz oldukça yorgunuz. Ama hangimiz bunun üzerine cidden kafa yorup düşünüyor. Kendimize iyi gelecek şeyler için hiç boş vakitimiz olmuyor. Kitap okumaya vakit yok, arkadaşlarımız görüşüp bir şeyler içmeye vakit yok, hafta sonu için bir sabah koşusu yapmaya vakit yok. Vakit yok bahanesinin dışında şimdilerde çoğu insanın tek hayali hafta sonu bir gün evden çıkmayıp saatlerce boş boş oturmak bile olabilir. Telefonumuz saniyede şu kadar fotoğraf çekebiliyor, bir siparişle her şey 30 dakikada kapımızda, bir şeylere ulaşmak parmaklarımla  saniyeler hızında peki bu kadar hızın arasında biz nasıl yavaş olabiliriz? Yavaş olamanın, gecikmenin veya bir şeyleri ertelemenin küçük suç kabul edildiği günümüzde her saniyemizi bir şeyler yaparak ve dolu dolu geçirmeli miyiz? Zamana zaman versek olmaz mı? Bize dayatılan için 2 saatte değilde 2 günde bitirsek çok daha iyi şeyler çıkartmamız mümkün olmaz mı?
Bizler artık gördüğümüz yazıları okumayı da bıraktık. Karşımızda duran bir afişin yazılarını okumayı bırakın görsellerine kaç saniye bakıyoruz. Bakmak ile görmek arasındaki farkı en son ne zaman tattık? İşte tamda bu noktaya parmak basan zaman okulundaki dokuma işleri göze çapıyor. Bu dokuma işlerine ilk bakışta pek bir anlam ifade etmiyor. Hareket etmeniz ve yaklaşmanız gerekiyor.Uzunca baktıktan sonra şekilleri ve imgeleri görebiliyorsunuz. Ayrıca hepsini incelemek oldukça zaman alıyor. Ve en beğendiğim eserde bu sebeple buydu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lipelius ve Lipelius Felsefesi.

Lipelius 9.yüzyılda yaşamış olan bir felsefecidir. İrlanda doğumludur. Tanrılar okulu adlı bir el yazması vardır. Hakkında çok az bilgi olmasına rağmen felsefesi oldukça derindir. Lipelius Felsefesi Lipelius'un öğrencilerilerine Lupelyanlar denilmektedir. Lupelyanlar, nedenlerini bilmedikleri anlamsız çatışmalara, ihtilallere ve uzak ülkedeki manasız savaşlara gönüllü olarak katılırlardı. Onlar savaş meydanlarında ne zayıfı ne de mazlumu korumak için, ne soyut ilkeleri ne de ideolojileri savunmak için, ne düşmanlarını yenmek için ne de öclerini almak için giderlerdi. onlar kendilerinin efendisi, kaderlerinin belirleyicisi olmak için savaşırlardı. Gerçek savaşçılar başkalarından üstün gelmek için ya da onları kontrol altına almak için savaşmazlar. Onlar bir zafer, bir mülk, onlar gerçek önemi olan tek bir şeyi kazanmak için savaşırlar, kendi içsel özgürlüklerini. Lupelius'un öğretisi, iradenin geliştirilmesine dayalı bir yıkılmazlık eğitimiydi.Amacı bütün kısıtlamalardan kurt...

Mağara Resimlerinin Yapılış Amacı Nedir?

  Şöyle bir kaç genel bilgi ile başlayalım. 42 bin yıllık mağara resmi İlk mağara resimleri bundan yaklaşık 42 bin yıl önce yapılmıştır. 1860 yılında ilk mağara resimleri bulunmuştur. Mağaralar kapalı kaldığı için bunca yıl boyunca resimler sapasağlam kaldı. Fakat kapıları açılıp içeri ısı ve ışık girmeye başlayınca bazı mağaraların resimleri uçup gitti bazıları ise çok az sayıda ziyaretçiye -bilim ve devlet adamları gibi- açık ve diğer süre zarfında tamamen kapalı. İlk resimler ıslak çamur ve parmaklarla yapılırken zaman geçtikçe çakmak taşı ve aletlerle taş üzerine kazınarak çizimler yapıldı. Ardından bunlar minarel tozlarıyla boyanmaya başlandı. 150 ye yakın minarel tozunun oldu söyleniyor. Bu minarel tozları bitki ve hayvan yağlarıyla karıştırılarak kullanılıyordu. Resimler yapılırken kuş tüyleri fırça niyetine, kamışlar ise sprey boya gibi kullanılmıştır.   Kamışlarla püskürtme ile yapılan el izleri Bazı resimler insan boyu hizasındayken bazıları ...

Gramsciye Göre İdeoloji

Güç ilkelerine dayalı şekilde işler. Bu işleyişide toplumun egemen sınıfı elinde tutar. Devletin baskı aygıtları (asker, polis, hükümet) doğrudan baskı aracıdır. İdeolojik aygıtlar (aile, okul, din) ise ideoloji üretimi ve dağıtımı yapan araçlardır.